31 Ekim 2009 Cumartesi

Kış geliyor bağıra çağıra. sevmem ki !...

Canım sıkkın bu günlerde hiç keyfim yok,iş durumundaki büyüüük belirsizlik bi yandan yükseklisans tezindeki aksilikler bi yandan hayat bi yandan.Kışda geliyor zaten.Zannedersem sadece yaptığım halı saha ve tenis maçlarında zevk almaktayım hayattan bu aralar,Halimi annlatmaya mecalim bile yok..Kafa bulanık beyin darmaduman.Neyse çok pessimist oldu, Yeter !,Hadi dağılın!...

hiç keyfim yok uzun zamandır
iyiyim dersem anla yalandır
gülümseyişim zorlamamdır
şarkılarım ağlamamdır...

24 Ekim 2009 Cumartesi

Ankara


ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında diye yapılmış
gri, sisli, binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş
sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililiği!
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat'ın büyük elleri
ararat'ın kızgın yelleri
cilo'nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okumaya
mümkünse o arada da
memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları..

ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur
ve çoğu zaman
bu kar mevzuu kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana ankara'da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacak mı duygusu çöker bütün bozkıra.
kimse keman çalmaz belki
belki bu film hiçbir zaman o kadar fiyakalı olmayacak ama
hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat urfa'da hatta
ama hiçbirinde
o kadar aç oturmadım sofraya

ankara'ya öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluklardaki konuklar
öyle deme ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara'yı bu kadar çok sevdiğini anlamadan
ankara'da yaşamak

yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama
biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için değil
çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş'ı hem bülent ersoy'u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar...
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı bir kuruyemişçi
dükkanının
-ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı
o'nun kadar sevemeyecek-
bir şiir islenir:
"kar altındadır varoşlar
hasretim, nazlıdır ankara..."
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o,en netameli aydır bence.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.

yılmaz erdoğan - ankara.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Nefes


vermek istediği sanılan mesaja bakmadan, anahtar kelimeleri (açılım, militarizm, anti-militarizm, ajitasyon, abartı, duygu sömürüsü, propaganda, full metal jacket, zaiyat, vatan sağolsun) kullanmadan yazıyorum.

film güzel. film iyi. ama filmden çıkınca da "şu film patlasa da millet görse neyin ne olduğunu" hede-hödö'sünden çıkılmaması kötü. 93 yılında orda neler olduğuna dair tonca kitap yazıldı, olayları yaşayanlar belgesellerde yaşadıklarını anlattı, medyanın canına minnet zaten; her şehit haberini süsledi püsledi kendine ekmek yaptı. (bkz: 57 saniye) ama benim bu filmden hissettiğim, filmin tribünlere oynama amaçlı yapılmadığı. ne bir amerikan askeri kahramanlığı, ne bir ağlaklık verilmiş filmde. verilmemiş diyorum çünkü ağlaklığın cılkını çıkaranların sahtelikleri göze rahatça batabiliyor, bu filmde bu yok. bunun için yapımcısından senaristine teşekkür ediyorum.

filmle ilgili o kadar eleştiri gelecek ki, "elin amarigalısı normandiya çıkarmasını 2. dünya savaşını vietnamı çeke çeke bitiremedi, bizim hala bi güneydoğu-terör filmimiz yok argadaşım" diyenler bu filmin amacına en azından bu noktada vardığının farkında olmayacak. ya da bundan 2 gün sonra facetube'da (bkz. [facebook+youtube]/2=facetube) kesip kesip alengirli sahneler konulacak. ama bunların hiçbiri benim gözümde filmin değerini düşürmeyecek.

detaylara gelince (ki filmi izlememiş arkadaşlar burda kulağını tıkasın), kolpadan yapılmamış hiçbir şey. goygoya girilmemiş, klişeler diyaloglarla detaylandırılarak ifade edilmiş. örnek; askere gidenlerden duyduğumuz, kişisel çatışmaya yer yer girildiği anlatılan "ben de kürdüm kardeşim, burdayız işte" diyaloğu. askerde cahil insanlarla da karşılaşılabilir oluşu, sivildeki meslekte ne kadar kazanıldığına dair iğneli konuşmalar, savaş psikolojisindeki (filmde yansıtıldığı için söylüyorum) ya da askerlik psikolojisindeki insanların kız/hayat arkadaşlarıyla düştükleri çıkmazlar. bu konuda verilen "siz ordasınız diye biz yataklarımızda rahat uyuyabiliyoruz dimi evet hıhı" repliği de ilgi çekici. bunla ilgili ekşisözlükte okuduğum şu, yazarlardan biri bunu diyen kızı benzinle yakmak istiyor. (?!?!) şahsı görüşüdür saygı duyarız.

çatışma sahneleri şaheser niteliğinde. filmin gösterime girmesinin ertelenme sebebi olarak istanbul'daki çekimlerin devam ettiği söylenmişti. çatışma sahneleri istanbul'da mi çekildi nedir? yoksa istanbulluk bi durum yok karakol çevresiydi dağdı yanı set. 2 kere gösterilen; yanık, surat parçası figürünü ben resim sanmıştım, seyirciye "bak bunu da becerebiliyoruz, maksadımız kol gövde parçası göstermek değil, efektse efekt, makyajsa makyaj, plastikse plastik" mesajı var gibime geldi. sıhhiye - yaralı asker ilişkisi başarılı amerikan örneklerine taş çıkaracak güzellikte verilmiş. kahraman asker olgusunun boku çıkarılmamış ki bence en önemli noktalardan birisi bu. 129 kurşun yenip yaşamaya devam edilen filmlerden gına gelmişti, o acıdan iyi. hikayeleri fazla kişiselleştirmeden, "bak bu askerin böyle çilesi var, birazdan şehit düşünce izleyici söyle üzülsün böyle ağlasın" denilmeden anlatılmış bu da gönlümde etti 2. bi ara, uyuyakalan askerin başına çatışmaya gitmek istemesinin ardından birşey geleceği ve bir klişeye daha imza atılacağı konusunda kıllanmıştım ama yapmadılar bunu helal olsun.

"gözlerimizi kapatıyoruz ve hayallere dalıyoruz" sahnesindeki gerilimden tutun, nöbetteki askerlerden birinin saldırıya uğradıkları sanrısına, sarkıttan akan kana, hipokrat amcaya verilmiş yemine, türkiye güzelinin televizyondaki açıklamalarına, kanasın çıkardığı sesin soba üzerinde canlandırılmasına, yüzbaşının tras sahnesindeki atatürk yansımasına birçok güzel düşünülmüş şey var. benim gözümde detayları serpiştirilmiş film, dikkatli izleyicinin ruhunu okşayan film başarılıdır. helal olsun valla.

müzik başarılı. eğeli ibo tiplemesi ve organ nakline ikna oluşu, g3'le idman yapan nöbetçi asker, "götür beni gittiğin yere", ".mına kodumun bakkalı", "teknik lise mi, materyalist olur onlar, onlara başka şiir yazmak lazım..."larla mizahı olarak da izleyiciyi beşlemişler bu da güzel. ancak fragmanda gördüğüm "yanıyorum hele"yi kesmişler heralde.

ha filmden çıkarken cem yılmaz'ın "okuyorum abi?" diyenlere "bana mı okuyosun pezevenk git yapsana askerliğini" deyişi geldi manasız. okuduğumdan mıdır nedir?

ince o kadar çok şey var ki. olmuştur bence. selam ederiz katkıda bulunanlara.

hadi bakalım, uygun adım marş!